MAHMUT ESAT BOZKURT - Atatürk ihtilali (1-2-3), ❑Języki, ►Język turecki

[ Pobierz całość w formacie PDF ]
(NOT: Bu e-kitap, serinin üç cildinin ardarda eklenmesiyle oluşturulmuş eksiksiz
bir bütündür)
ATATÜRK İHTİLÂLİ
CİLT I
Nurer UĞURLU başkanlığında bir kurul tarafından hazırlanmıştır.
Dizgi - Yayımlayan:
Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.
Baskı: Çağdaş Matbaacılık ve Yayıncılık Ltd. Şti.
Haziran 200
MAHMUT ESAT BOZKURT
ATATÜRK İHTİLÂLİ
CUMHURİYET GAZETESİNİN OKURLARINA ARMAĞANIDIR
İÇİNDEKİLER
Yazar Hakkında 7
Önsöz 11
Başlangıç 33
Atatürk'e 39
Yazarın Önsözü 41
İhtilallerin Felsefesi 43
İhtilal Nedir? 43
Magna Carta Metni 44
Bu Şart ile Elde Edilen Yenilikler 46
1791 Beyannamesinin Başlangıcı 46
İnsanlığın Hakları Metni 47
Tanzimat'ın Metni 50
Sosyalist İhtilali 54
Engels Ne Diyor? 57
Sovyetler Beyannamesi 57
Rus Sosyalist Devletinin Yetkileri 59
Lonis Marlis Ne Diyor? 61
Türk İhtilali ve Prensipleri 62
Faşistlik 62
İş Şartı 63
Nasyonal Sosyalistlik 73
Hitler Teorisi 73
I. Bölüm 73
II. Bölüm: Nasyonal-Sosyalist (Milli Sosyalist)
İhtilalinin Vasıtaları 74
III. Bölüm: Irk, Toprak ve Kan 75
IV. Bölüm: Nasyonal-Sosyalist Devlet 76
İlave: Hayat Karşısında İnsan 80
Nasyonal-Sosyalist Programı 80
Hitler'in Nutku 84
Saray İhtilali 86
Fransız Ansiklopedisine Gelince 87
Son Çıkan Fransız Ansiklopedisine Göre 88
İngiliz Ansiklopedisi 88
Ansiklopedilerin Sentezi ve Kritiği 89
Bize Göre İhtilal Nedir? 90
Eksilik, Yenilik 92
Ayırt Hakkı 92
Millet Geri Gidebilir mi? 93
İsa'yı Ele Alıyorum 99
Size Biraz da Muhammed'den Bahsetmeliyim 99
Büyük Feragatin Sonu Ne Oldu? 101
Devlet Adamlarından Fakirlik-Zenginlik 103
Tanzimat'ın Metni (Orijinal metin) 105
YAZAR HAKKINDA
Mahmut Esat Bozkurt 1892'de Kuşadası'nda doğdu. Hacı Mahmut oğullarından Hasan
Beyin oğludur. 1923'de evlenmiş, iki kızı ve bir oğlu dünyaya gelmiştir.
İlk öğrenimini Kuşadası ve İzmir Yusuf Rıza mektebinde yapan Mahmut Esat, orta
ve liseyi de İzmir İdadisinde tamamladıktan sonra 1908'de İstanbul Hukuku'na
girdi. 1912'de oradan ''Pek iyi'' derece ile mezun oldu. İsviçre'ye giderek,
Freiburg Hukuk Fakültesinden de diploma aldı ve kapitülâsyonlar hakkında
hazırladığı tezle Hukuk doktoru unvanını kazandı.
Vatanın düşmanlar tarafından işgali üzerine yurda dönerek, silâha sarıldı ve
Millî Mücadeleye Kuşadası-Selçuk bölgesinde katıldı. Aynı zamanda Ankara
gazetelerinde, özellikle Hâkimiyet-i Milliye, de ateşli yazılar yayınladı.
Mahmut Esat Bozkurt, Birinci Büyük Millet Meclisine İzmir milletvekili olarak
katıldı, çok genç yaşta İktisat Vekilliğine, ikinci seçim devresinde de Adliye
Vekilliğine getirildi (1924).
Türkiye'de ilk hukuk düzeninin temellerini atanların başında o gelir. Ateşli bir
hatip, gerçek bir yurtseverdi.
Ankara Hukuk Mektebinde, vekilliği zamanında başlayan profesörlüğüne,
vekillikten çekildikten sonra da devam etti, bu arada Ankara Siyasal Bilgiler
Okulu ve İstanbul İnkılâp kürsüsü profesörlüğünde de bulundu. Vekillikten
çekildikten sonra çalışmalarını Meclise ve bilime veren Mahmut Esat'ın birçok
gazetede başmakaleleri çıkmıştır.
Zaman zaman Kuşadası'daki evine çekilerek, ülkenin sosyal yaraları üzerinde
notlar toplamış ve bunları çeşitli gazetelerde yayınlamıştır.
Son yazılarını Yeni Sabah'da yazmaktaydı. Yazılarında en gerçek, en önemli ülke
sorunlarını ele almış ve ülke bunları derinliğine işlemiştir.
Mahmut Esat Bozkurt, en son yazısı ''Yürekler Acısı''nı bitirdikten bir süre
sonra 21 Aralık 1943'de hayata gözlerini kapamıştır.
Vasiyeti üzerine Selçuk'taki çiftliğine gömülmüştür.
HAKKINDA ÇIKAN YAZILARDAN ÜÇÜ
..Şu günlerde yeniden, Türk Hukuk İnkılâplarının yapıldığı günlerin ve o
inkılâbı yapmış olanların, Atatürk'ün ve Mahmut Esat Bozkurt'un ruhuna, azim ve
görüşlerine muhtacız.
Prof. Dr. Kudret Ayiter
14.9.1966, Cumhuriyet
İsviçre dağlarından Anadolu dağlarına, silâh omuzda koşan hukuk doktoru,
serdengeçti Mahmut Esat Bozkurt, vatan hudutlarından fikir hudutlarına kadar her
cephede döğüşe döğüşe, en son kalem elinde, Allahına kavuştu...
...Bir yanardağı toprağa gömüyoruz...
Yusuf Ziya Ortaç
1943, Akbaba
ÖNSÖZ
Prof. Cahit Tanyol
Yerli ve yabancı kaynaklar Atatürk için birçok şey yazdılar ve daha da
yazılacaktır. O'nun kişiliği ve devrimleri bugün de, dış dünyada ayrı ayrı
politik bloklarda çeşitli yorumlara sebep olmaktadır. Batı emperyalist bloku
için o, Tanzimat'tan beri devam eden batılaşma hareketinin bir lideridir. Onlara
göre Atatürk'ün devrimleri batıya ve batı burjuva uygarlığına bağlı bir nitelik
taşımaktadır.
Kurtuluş Savaşı'nın niteliği ne olursa olsun, yapmış olduğu devrimler ve kurmak
istediği rejim 1789 Fransız İhtilâli'nin serpintilerini ve esintilerini
taşımaktadır. Bu görüş açısından o, emperyalistlerin arayıp da bulamadığı bir
rejimin temsilcisidir.
Nitekim bundan birkaç yıl önce UNESCO'nun, ülkemizde, Millî Eğitim Bakanlığı
aracılığı ile Atatürk Haftası düzenlemesi Türkiye'de, sosyalistlerin Atatürk'e
dönme ile (sosyalizme dönmeyi) bir ve aynı anlamda kullanmanın uyandırdığı kaygı
olsa gerek. Bir kısım sosyalist yazarlar, Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı sıralarında
söylemiş olduğu sözleri sosyalizm için bir senet saymışlar onun halkçılık,
devletçilik ilkelerini böyle bir amaca yönelmenin belirtileri olarak
yorumlamışlardır.
Konuyu gün ışığına çıkarmak için, Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet rejiminin batı
demokrasilerine mi, yoksa sosyalist demokrasiye mi imkân hazırladığını objektif
olarak eleştirmek gerek.
Atatürk'ü burjuva demokrasileri kendi safında görmek istediği gibi,
Türkiye'deki sosyalist akım da onun devrimlerini sosyalizm için bir temel ve
başlangıç saymaktadırlar. Bu ne dereceye kadar mümkündür Kemalizmden sosyalizme
geçilebilir mi? Bunun da açıklanması gerekmektedir. Bu türden yorumların ileride
uzun uzadıya üzerinde duracağız ve onları tartışacağız. Yalnız şu kadarını
söyleyelim ki, sosyalist dünya, hiçbir zaman Atatürk'ü kendisinden saymamış ve
ona, çeşitli ülkelerdeki sosyalist akımlar söz konusu edilirken, az veya çok
herhangi bir yer ayırmamıştır.
Gerek ilerici ve gerek gerici, gerek sağcı ve gerekse solcu, gerek sosyalist
veya komünist ve gerekse sömürge demokrasilerinin savunucuları olsun, tümü,
Atatürk'ü ele aldığı zaman, onun düşünce ve hareketlerinden kendi lehlerine bazı
deliller bulmaya çalışmakta birleşmiş bulunuyorlar. Demek ki, kimse Atatürk'ün
ve onun devrimlerinin gerçek yüzünü, niteliklerini objektif olarak incelemek
istemiyor. Çünkü kimsenin gerçeği araştırmaya niyeti yok. Herkes kendisine göre
kurulu düzenli bir ''tabu'' aramakta, herkes Ortaçağ yorumlarına uyarak,
Atatürk'ün sözleri üzerinde tefsirler yapmak suretiyle gerçeği değil, kendi
kanaatlerini savunmak çabasında... Daha başka bir deyimle, her sosyal ve politik
eğilim onu kendi safında görmek ve göstermek kaygısındadır.
Şurasını da söyleyelim ki, Atatürk'e karşı duyulan bu sonsuz hayranlığın
gerisinde birtakım çıkarlar çöreklenmiştir. Mahmut Esat Bozkurt gibi gerçekten
Atatürk'e inanmış birkaç kişi bir yana itilecek olursa, kasidecilik, dalkavukluk
bir yerde hayranlık maskesine bürünerek ortaya çıkıyor. Atatürk'ü sevimsiz
gösterenler işte bunlardır.
İnsanlar bir düşünce yumuşaklığından çıkarak bir inanç katılığına bürünürlerse
hem faydasız ve hem de zararlı olurlar. Çünkü artık o kimse, sadece sürekli
bir sömürme konusu olur. Gün geçtikçe gerçek yanı ortadan kalkar.
Atatürk'ü övenlerin ve yerenlerin, onu kendi çıkarları uğruna bir araç olarak
kullananların varmış oldukları yargıları şöyle bir gözden geçirecek olsak,
karşımıza birbirini tutmayan, birbirine aykırı renklerle örülmüş bulanık ve
anlamsız bir insan portresi ç
ıkar. Sanki bu insanlar, onun gerçek yönünü
aydınlığa kavuşturmak için değil de, daha da bulanık hale getirmek için söz
birliği yapmışa benziyorlar.
Washington Irwing'in, Shakespeare hakkında bir sözü var; onu bir İtalyan azizine
benzeterek:
''Tapınanları türbesine o kadar çok mum getirmişlerdir ki, dumandan tanınmaz
hale gelmiş put...'' der.
Bu söz Atatürk için de söylenebilir. Hele onun adı bir milletin kaderine
karışmış olursa... Çünkü bir azizin türbesine getirilen mumlar, azizle
hayranları arasında özel ve içten bir bağlantı kurar. Halbuki Mustafa Kemal'in
çevresinde yaratılan tabu, katılaşmış, karanlık bir duvar gibi onunla Türk
toplumunu birbirinden ayırmıştır. Hayranları onu sevdirmeye çalışmamışlar, adını
korkulu bir hale getirmek suretiyle hem kendisine ve hem de halka büyük kötülük
yapmışlardır. Çünkü hepsinin hedef ve amacı bir yerde Mustafa Kemal'i kendi
çıkarlarına kullanmaktır. Hüzün verici bir alın yazısı...
Bunların tartışmasını burada yapacak değiliz. Atatürk'ün kişiliğini, bir bütüne
kavuşturmak veya onun üzerine yepyeni bir ışık tutmak, ancak yüzündeki bu sis
tabakasını kaldırmakla mümkündür. Çünkü gün geçtikçe onun kişiliği ve toplumsal
yanı, içinden çıkılmaz bir problem haline gelmektedir. Öyle ki, artık günümüzde,
onun yürekten hayranlarıyla, yürekten düşmanlarına içimizde aynı türden bir
saygı duymaya başlıyoruz. Çünkü hiç olmazsa bu insanlar Atatürk'ü kendi
çıkarları için kullanmayı ve kalkan yapmayı düşünmüyorlar. Atatürk bugün artık
gerçek gücü düşünülecek olursa bir tabu olmaktan bile çıkmıştır. Onun adını bir
öcü haline getiren ''devrim esnafı'' dahi artık ona yürekten bağlı görünmüyor.
Çünkü herkes Atatürkçü. Herkes Atatürk'ün kendi safında olduğunu iddia ediyor.
Faşist ona dayanıyor, komünist ona sığınıyor, yobaz onu savunuyor; sağda o,
solda o, ortada o, doğuda o, batıda o... Sömürgeci onu kendi safında görüyor.
Nerdeyse nurcular da, şeriatçılar da, bu Atatürk furyasından kendilerine hisse
çıkaracaklar.
Bundan başka, Kemalizmi bir kurtuluş doktrini olarak görenler ve Türk toplumuna
bunun dışında her türlü çıkış ve kurtuluş kapısını kapayanlar da var.
Atatürk, kendi sağlığında böyle bir doktrin ihtiyacını duymuş ve bunun için bir
inkılâp enstitüsü kurdurmuştur. Bu enstitü Kemalizmin bir doktrin haline
getirilmesiyle görevliydi. İşte merhum Mahmut Esat Bozkurt bu Kemalizm
doktrincilerinden biridir. "Atatürk İhtilâli" adlı bu eser, Atatürk'ün direktifi
altında Mahmut Esat Bozkurt'un vermiş olduğu konferanslardan derlenmiştir.
Kemalizmi ilk sistemleştirme çabasıdır.
Mahmut Esat Bozkurt'un bu eseri, günümüz için, iki bakımdan önemlidir.
Birincisi, kitaptaki fikir ve görüşlerin Atatürk'ün tasvibinden geçmiş
olmasıdır. Yazarın, çeşitli politik doktrinler karşısında almış olduğu özgür ve
namuslu davranış, Türk devrimlerine temel aranırken, yasak fikir bölgelerinin
asla söz konusu olamayacağını açığa vurmaktadır. İnsan düşüncesi, gerilik
dışındaki bütün fikirlere, özellikle komünizme ve onun tartışılmasına, Atatürk
devrimleriyle rahatça kıyaslanmasına açık bulunmaktadır. Kitabı okurken her
çeşit fikir özgürlüğünün, hiçbir kaygı, hiçbir korku, hiçbir engel ile
sınırlanmadığını görüyoruz. Tam tersine kitabın genel havası fikir özgürlüğünü
teşvik ediyor.
Bugün bizim için önemli olan Atatürk devrimlerinden çok bu devrimlerin oturmuş
olduğu özgürlük temelidir.
Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk'ün sevdiği ve güvendiği bir insandı. Onun bu
sınırsız fikir özgürlüğünü kullanması arkasında, Atatürk'ün araştırıcı zekâsını,
gelecek kuşaklara bu yolda bir özgürlük imkânı verildiği gerçeğini buluyoruz.
Kitapta biz, Atatürk'ü ve onun devrimlerini sömüren inkılap esnafının
katılaşmış, fanatik yüzünü bulmuyoruz.
Eserin ikinci yanı, Türkiye Cumhuriyeti'nin ve onun devrimlerinin objektif ve
bilimsel her türlü eleştiriye açık olmasıdır. Kitabın bazı yerlerinde, aşırı bir
övgü ve hayranlık insanı tedirgin ediyorsa da bu, akla hiçbir zaman ne inkılap
ve ne de Atatürk yobazlığı getiriyor. Çünkü yazar, Atatürk'ü ve inkılapları bir
art düşünce ile savunmuyor. Onları şu veya bu fikrin, şu veya bu çıkarın br
aracı olarak kullanmıyor. Belki dağınık, belki çelişik, birçok fikiri ihmalkâr
bir üslupla, başıboş çağrışımlara uyarak bir arada söylüyor.
Yazara göre bütün doktrinlerin en güzel yanları alınarak Kemalizm Doktrini
yaratılmış oluyor.
Bu doktrinin ağırlık merkezi, Bozkurt'a göre Milli Sosyalizmdir. Bu milli
sosyalizm sözü ile nasnoyel sosyalizmi bir arada kullanmasına rağmen, bundan
bazen faşizmi, bazen milli bir komünizmi, yani ılımlı bir devlet sosyalizmini
anladığını görüyoruz.
Bozkurt, insanın insanı sömürmesi konusunda kesin olarak Marx'cı doktrini
savunuyor ve bunun aksine söyleyecek sözleri şarlatanlık sayıyor ve bu konuda
yerli birçok örnek veriyor. Birçok rejimi eleştirirken, her rejimin kendisine
göre kusurları olduğunu söylüyor. Bu rejimlerin hangisi isabetlidir sorusuna
vermiş olduğu cevap, komünizmin ülkemizde korkunç bir öcü haline geldiği
düşünülecek olursa, çok önemlidir:
"Bu rejimden hangisi isabetlidir? Komünizmin aksayan yanı çok güzel
olmasındadır. O kadar güzel ki, yeryüzü ile anlaşamıyor. Tıpkı İsa Peygamberin
meşhur prensibi gibi: 'Sana bir tokat vurana yüzünün öbür tarafını çevir.'
"Moral ve maddi yönlerden komünizm insanoğluna mutlak bir eşitlik
vâdeylemektedir. Bu gerçekleşebilseydi, yahut daha doğrusu insanoğlunun doğuştan
yaradılışı buna elverişli olsaydı, sefalet denilen nesne ortadan kalkar, insanın
insan tarafından sömürülmesi, boğazlanması sona ererdi."
Bununla beraber kendisinin asla komünist olmadığını ve ancak:
"Marx'ın görüşlerinden, bilimsel analizlerinden, metodundan hak ve hakikatler
lehine faydalanılacak çok şey olduğunu" söylüyor.
Bozkurt, Kemalizmin anladığı devlet sosyalizmini de şöyle özetliyor:
"Özel mülkiyeti tanıyan, fakat insanın insan tarafından sömürülmesini önlemek ve
milli kalkınmayı başarmak için devlete ekonomik işlerde kontrol ve teşebbüs, hak
ve yetkilerini kabul eden bir sistemdir."
Yazar, bütün bunlardan üzerinde durulmaya değer önemli bir sonuç çıkarıyor. Onun
Kemalizme verdiği anlam, hiçbir zaman donmuş değildir. Kemalizmi doktrin olarak,
bir senteze ulaştırmak istemiş. Dağınık ve karmaşık fikirler arasında,
bunalmadan, şaşırmadan, inançlı bir cesaretle Kemalizmi bir yere yerleştiriyor.
Kitabı okuyanlar bunu ne derece başarmış olduğunu anlayacaklardır. Yalnız onun
namuslu, heyecanlı ve problemleri özgürce araştıran ve tartışan bir devrimci
olduğundan kimse şüphe edemez. Önemli olan da budur. Eğer günümüzün bilim
adamları ve politikacıları, komünizm ve sosyalizm kavramları etrafına çevrilen
korku ve öcü duvarlarını aşarak, bu namusluluğa erişebilirlerse ne mutlu
onlara..
Kemalizmin ilk kuramcısı (teori) Mahmut Esat Bozkurt'un bu konudaki çabası
günümüze kadar acaba nasıl bir gelişme zinciri izledi, bu herhalde merak
edilecek bir şeydir. Yalnız şu kadarını söyleyelim ki, onun bu fikirlerini
aşacak ve ileri götürecek bir görüşe pek de rastlayamıyoruz.
Kemalizmin ikinci kuramcısı
Bununla beraber Bozkurt'un Atatürk İhtilâli eleştirisinden sonra, Kemalizmi
bilimsel ve sosyolojik açıdan ele alan Prof. Niyazi Berkes'in son yıllardaki
çalışmalarını bu arada hatırlayabiliriz (1).
Berkes, yenilik hareketlerinin genel karakterleri üzerinde durarak bunlarda
yabancı etkilerin olumsuz taraflarını ve özellikle Osmanlı İmparatorluğu'nun
nasıl ekonomik bir çöküntü tuzağına düşürüldüğünü hikâye ediyor. Fakat üst yapı
değerleriyle bu ekonomik değerler arasındaki ilişkiler, birbiriyle ilgisiz ve
hatta karşıt bir görünümü yansıtıyor. Yenilikçi hareketlerini eleştirirken,
Osmanlı aydınlarının hiç de yadırgamayacağı geleneksel bir açıklama yapmakla
yetiniyor. Oysa ki gerçek bambaşkadır.
Osmanlı İmparatorluğu'nda sömürgeleşme yalnız ekonomik değil, aynı zamanda
politiktir. Tanzimat Fermanı, Birinci ve İkinci Meşrutiyet hareketleri Berkes
tarafından hep olumlu bir açıdan değerlendiriliyor ve bunların karşısına
alternatif olarak hep gericiliği koyuyor. Zaten iki yüz yıldır Türk aydınlarının
içine düşmüş oldukları bu olumsuz çıkmaz, her zaman ilericilik-gericilik
çatışması halinde devam etmiştir. Bu çatışma bizi hiçbir sonuca götüremez. Bizi
tarihi oluşun dışına atar. Nitekim Atatürk devrimleri de aynı çıkmazın tuzağına
düşmüştür. Berkes, tipik bir Kemalist'tir. Yani ona göre Türkiye'nin kurtuluşu
için ne liberalizm, ne sosyalizm, ne komünizm gereklidir. Kemalizmi uygulamak,
Türk toplumunun uygar uluslar seviyesine çıkması için yeter.
Yazara göre bütün hata, Kemalizm prensiplerinin iyi uygulanmaması, dejenere
edilmesidir.
Ülkemiz için çıkar yol olarak bulduğu fikirleri şöyle sıralayabiliriz:
"İki yüz yıllık bocalamadan sonra Kemalizmin açtığı yolda Türk ulusunun kısa
zaman içinde ileri bir toplum haline gelme şansları, bugün kalkınma çabası
içinde bulunan birçok ulusa nazaran fevkalade denecek derecede yüksektir." (1).
Yazara göre Asya ve Afrika milletleri bizim yarım yüzyıl önce varmış olduğumuz
yere bile gelmemiştir (2). Gerçi biz de bu yargıyı paylaşırız. Elbette ki
toplumumuzda zengin bir birikim vardı. Ama bu birikim, Sayın Berkes'in sandığı
gibi, iki yüz yıldan beri topraklarımız gibi kafalarımızın da sömürgeleşmiş
olmasından gelen bir birikim değildir. Bu, Osmanlılıktan gelen ve tamamıyla Batı
etkisi dışında kalan devlet bilincidir.
Yazar, kurtuluş yolu olarak Atatürk'ün milli siyasetine dönüşü tavsiye ediyor.
Eğer bunu dış politika için söylüyorsa her ilerici aydın bu fikre ortak olur.
Ama bize kalırsa, Atatürk'e dönmek, Kurtuluş Savaşı sıralarında Atatürk'ün, Türk
milletinin yerini tayin ettiği noktaya dönmektir. Bunun adına biz şimdi İkinci
Kurtuluş Savaşı diyoruz. Bu başka, Kemalizme dönmek yine başkadır. Bizim
kanaatimize göre Kemalizim, dejenere olmamış gibi bugünkü demokrasiye
hazırlamıştır. Türkiye'nin tekrar başladığı noktaya dönmesinde kurtuluş aramak,
gericilerin Hazreti Ömer devrinin özlemini çekmesinden pek farklı olmasa gerek.
Bir noktayı daha söyliyeyim: Sosyalist prensiplerin ışığı ve metodu altında
[ Pobierz całość w formacie PDF ]

  • zanotowane.pl
  • doc.pisz.pl
  • pdf.pisz.pl
  • mement.xlx.pl